Bir bölge sadece yeşilden oluşur mu arkadaş ya? Sadece Yeşil var ama otuz bin tonu var. Hep yeşil....Tabi sürekli yağmur yağışı sonrası anlaşılıyor neden böyle olduğu.. Kafayı kaldıramadık yağmurdan. 1 Temmuz'da gidip 6 Temmuz'da döndük ama eşim gezimizin 4. gününde "Aslında buralara yazın gelmek lazım" dedi. İklim anlayışımızı şaşırdık.
Ayasofya Kilise'sinin dışından görüntüsü ve bahçesi çok güzel. Bu nedenle yeni evlenen çiftlerin de düğün fotoğrafları için tercih ettiği bir mekan haline gelmiş. Burası ilk defa Fatih Sultan Mehmet tarafından 1461 yılında Osmanlı topraklarına kazandırılmış.
Bir sonraki durağımız ise herkesin Trabzon'a gidip mutlaka görmesi gereken Sümene Manastırı oldu. Sümene'de çok canlı freskler var. Ama en güzeli gibip görmek. Ne fotoğraflarından birşey anlaşılıyor ne de ben anlatabilirim. Ama yine de fresklerin görüntüsünden bloga koydum.
Aslında esas olan ne kadar güzel oldukları değil, bizim Türk Milleti olarak herşeyin üzerine ne kadar ismimizi kazımayı sevdiğimizi görmemiz açısından da önemli bir yer.

Sümene'den sonra Akçaabat'a gittik. Sahil Kıyısında 3 tane büyük köfteci var. Tabi her zaman ki gibi, güzel yemekleri karşımda görünce, fotoğraf çekmek veya not almayı unuttum. Ama herhangi dolu bir köfteci olana girip yemenizi öneririm. Porsiyon olarak söylenmiyor köfteler. Siparişinizi kilo üzerinden verebilirsiniz. Sonunda da tatlı ikram ediyorlar. Severseniz fındıklı baklava.
Daha sonrasında kalacağımız yere yerleşmek ve akşam yemeği için Arhavi'ye geçtik. Arhavi'ye giden yol üzerinde hangi yerleşim biriminden sağa (denizin tersine) sapsanız, mutlaka doğa güzellikleriyle dolu bir vadiye giriyorsunuz. Her yerden sular akıyor, her yer şelale ve her yer doğal güzellik. Boşluk olan yerlerde de Çaylık veya Çay bahçelerini görmek mümkün.
Biz Lome Restaurant'a gittik. Herkese de öneririm. Bu arada yol boyunca Trabzon - Arhavi arasında her yerleşim yerinde mutlaka bir Çay Fabrikası var. Ayrıca, vadilere, kanyonlara girdikçe de her vadide mutlaka bir kaç tane çay toplama yerleri bulunuyor. Bunlara inen teleferikleri görmek mümkün.
Karadeniz'de en göze çarpan şey yemek kültürü. Çok birşey yok. Muhlama (veya Kuymak) Mısır Ekmeği, Hamsi Ekmeği gibi şeyler yokluktan türetilmiş. -Bu arada Trabzon tarafında Kuymak yemenizi öneririm.- Mısır veya mısır unundan bir şeyler yapılması yolda, çay ve mısır'dan başka hiçbirşey görmeden ilerlediğinizde kanıksayacağınız bir durum oluşturacak.
Bir sonraki durağımız Karagöl oldu. Karagöl, artık turların da sıkça uğradığı bir güzellik. İki tane Karagöl var. Şavşat'ta olanın daha güzel olduğunu her iki gölü görenlerden duydum. Ama biz Borçka'da olana gittik. Göl'ün etrafında tur atmak hem rahatlıyor hem de kısa süren bir doğa yürüyüşü için çok ideal. Zaten çoğu noktasında yürüyüş ayakkabılarınızın da yanınızda olması iyi olur. Her gittiğiniz yerde patikalardan yürümek zorunda kalacaksınız. Aynı şekilde ufak bir doğa yürüyüşü ile Arhavi'den gidilen Kamilet vadisi içindeki Menşuna Şelalesi'ne vardık. Muhteşem bir manzaraya ulaşıyorsunuz. Hava güzel olsa yüzerdim bile. Yaklaşık 60 ya da 70 metreden dökülen suyun görüntüsü harika. Size küçük olduğunuzu hissettiriyor.
Trabzon'a uçak var, ama Doğu Karadeniz'e gelmek için ayrıca Batum'a inip direk Karadeniz'e de gelinebilir. Biz Trabzon'a inerek başladık. Önce Türkiye'de üç tane olan Ayasofya Kilise'sine gittik. Biri herkesin bildiği gibi İstanbul'da, biri Trabzon bir diğeri de Bolu'da bulunmakta. İstanbul'dakinin aksine buradaki Ayasofya Kilisesi bir hafta önce ibadete açılmış ve içerisi camiye çevrilmiş. Tabi duvardaki fresklerin altında namaz kılmamak için fresklerin üzeri örtü ve brandalarla kapatılmış. Fotoğraf'ta namaz kılanlar, üzerinde krem rengi branda ve onun üzerinde en üst tarafta freskler gözüküyor. Ama nahoş bir görüntü ortaya çıkmış. Kilise olarak kalması çevre esnaf ve turizm açısından bence daha yararlı olurdu.
Bir sonraki durağımız ise herkesin Trabzon'a gidip mutlaka görmesi gereken Sümene Manastırı oldu. Sümene'de çok canlı freskler var. Ama en güzeli gibip görmek. Ne fotoğraflarından birşey anlaşılıyor ne de ben anlatabilirim. Ama yine de fresklerin görüntüsünden bloga koydum.
Aslında esas olan ne kadar güzel oldukları değil, bizim Türk Milleti olarak herşeyin üzerine ne kadar ismimizi kazımayı sevdiğimizi görmemiz açısından da önemli bir yer.
Daha sonrasında kalacağımız yere yerleşmek ve akşam yemeği için Arhavi'ye geçtik. Arhavi'ye giden yol üzerinde hangi yerleşim biriminden sağa (denizin tersine) sapsanız, mutlaka doğa güzellikleriyle dolu bir vadiye giriyorsunuz. Her yerden sular akıyor, her yer şelale ve her yer doğal güzellik. Boşluk olan yerlerde de Çaylık veya Çay bahçelerini görmek mümkün.
Biz Lome Restaurant'a gittik. Herkese de öneririm. Bu arada yol boyunca Trabzon - Arhavi arasında her yerleşim yerinde mutlaka bir Çay Fabrikası var. Ayrıca, vadilere, kanyonlara girdikçe de her vadide mutlaka bir kaç tane çay toplama yerleri bulunuyor. Bunlara inen teleferikleri görmek mümkün.
