Bumerang - Yazarkafe

23 Ekim 2010 Cumartesi

Van Gezisi

Balayımızda Van'a gittik. Balayı için çok alışıldık bir mekan olmadığı için, tabiki, herkesin ilk sorduğu "neden Van?" sorusu oldu.
Çok da bir nedeni yok. Ama gidince cevabı bulduk.
Kahvaltı, tarih ve en büyükleri gördük. :)) Ağrı Dağı, Van Gölü, Nemrut Krater Gölü

Neyse, gezinin ilk günü Van'a indik, araç kiralama Van Oto kiralamadan, adını şimdi hatırlayamadığım komik bir ağabey bizi aldı. Bizi şehre kadar götürdü. Götürürken yolda gördüğümüz, 2 Nisan Caddesi'nin ne olduğunu sorduk.
Dedi ki Van'ın kurtuluşuymuş.. Hoppala..! Dedik Van neyden kurtulmuş? Çok tarih bilmiyoruz tabi ama, yangın, sel vesaire oldu da ondan mı kurtuldu acaba diye sorduk. Zamanında Ruslar işgal etmişler. Daha sonra da çekip gitmişler. Dediğine göre zaten bir kurtulma sayılmazmış, ama adamlar 2 Nisan'da dönüp gidince, Van'ın kurtuluş günü de 2 Nisan olmuş..

Daha sonra Otele gittik. Otel süperdi aslında. Büyük Urartu Oteli... Hükümet Konağının arkasında, merkezde bir otel. Çok kötü olabilir sandım, ama hiç bir olumsuzluk görmedik. Üstelik minibarından içtiğimiz suların, akşam odaya istediğimiz çayların da parasını almamışlar.

Akşam geç olunca, Edremite çay içmeye gittik. Eylül ayının ortasında donduk resmen. Otele gidip yatmak en iyisi olacak diye düşündük ve otelimize geçtik.
Sabah muhteşem ve serin bir sabaha uyanıp, doğruca meşhur Van kahvaltısına gittik. Kahvaltıcıdaki garson menüyü sayarken "Otlu peynir, kavurmalı yumurta, ceviz, manda kaymağı, inek kaymağı" dedi ve bir an durdu, bana baktı. Mahçup olmuş gibi, sonra tekrar döndü Esin'e "Affedersiniz yenge" dedi. Epey komiğimize gitti.


Kahvaltıdan sonra, Türkiye gündemine de düşen Akdamar adası, ya da diğer adıyla Ah Tamara adasına gittik. Ada'nın çok bilindik bir hikayesi var. Çoban, aşık olduğu Tamara ile buluşmak için geceleri yüzerek adaya çıkıyormuş. Ada kıyıdan epeyce uzak. Bu nedenle çoban yönünü bulsun diye Tamara geceleri çoban adaya çıkana kadar meşale tutuyormuş. Bunu babası mı farketmiş, biri mi bozmak istemiş durumu hatırlamııyorum. Fırtınalı bir günde, meşale yakılmış adadan, Çoban yolun yarısına gelince, bakmış meşale gözükmüyor. Biri söndürmüş, ölmüş gitmiş tabi... Boğulurken de Ah Tamara, dediği için adanın adı böyle kalmış.
Bu arada, soldaki resmi de Esin istemedi koymamı ama kilise güzel gözüküyor diye koydum artık....!

Bunun ötesinde, gerçek haç'ın bir parçasını barındırdığı için böyle korunaklı bir yere yapılmış bu kilise. Çok gösterişli, ve çok süslemeli. Ayrıca koca gölün ortasında tek bir yapı. Çok güzel bir manzara. Tabi ancak motorlarla geçiliyor karşıya. Akdamar adası harika ama buralardan anlatılabilecek birşey değil bu.. İllaki gitmek lazım..
Daha sonra, Tatvan, Ahlat ve Adilcevaza gittik. Yol üstünde muhteşem krater gölü Nemrut'a çıktık. Dünyanın en büyük ikinci, Türkiye'nin ise en büyük krater gölü ünvanına sahip bu gölün yolu da zorluklarla dolu. İyi araçla çıkılması gerekiyor. Yoksa arabanın hararet yapması kaçınılmaz.
Adilcevaz'dan ceviz aldık ama bu senenin cevizi yoktu... :(( Gideceklere önerim, ekim ayı... Ama bu sefer de havalar epey soğuk olabilir.
Ahlat ise tarihin çok iyi ayakta durduğu bir yerleşim. Selçuk Mezar taşları görülmeye değer. Sayıları çok fazla ve hikayesi güzel. Bir bakmış Rus Ordusu komutanları Selçuklu Mezar Taşlarını asker sanmışlar. Sabaha kadar top atışı emri vermişler. Sabah olduğunda kendilerinden emin bakmışlar düz ovaya aynı askerler aynı yerlerinde ve aynı sayıda ayaktalar. Bu savaşı demişler alamayız. En iyisi dönüp gidelim. :)

Van'daki 3. günümüzde İshak Paşa Sarayı ve Muradiye Şelalesine gitmek üzere yola koyulduk. Muradiye Şelalesi beklediğimizden daha büyük, gösterişliydi. Fotoğraflarda gözüktüğü gibi değil. Ama şelaleden daha çok ilginç gelen, şelaleyi görmek için geçilen asma köprüydü. Asma köprü üzerinden geçtikçe sallanıyor ve tedirgin ediyor biraz. Bir de muzip birileri varsa köprünün tam ortasında bastıra bastıra yürüyerek köprüyü iyice bir sallıyorlar.







İSHAK PAŞA SARAYI







İshak Paşa Sarayı denilen yer dağın başı. İnanılmaz büyük bir yapı. Şimdi yapılan alışveriş merkezlerine bakınca vay be diyoruz. O dönemin insanları ne dediler merak ediyorum. Sarayın yapımına Çolak Abdi Paşa 1685'de başlıyor. Tabi, ömür yetmiyor 7600 metrekarelik yapıyı bitirmeye. Ölüyor adamcağız, yapıya oğlu, İshak Paşa devam ediyor. Ve tam 99 yıl sonra 1784 yılında bitiriyor yapıyı. Yapının en görkemli yeri kapısı. Som çelik altından yapmışlar kapıyı. İnanılmaz. Ama 1917 Rus istilasından almış gitmişler kapıyı. Halen Moskova'da sergileniyormuş bu kapı. Kapı yerinde olsa, şu solumdaki resimde parıl parıl parlayacaktı yani.
Harbiden müthiş bir yapı. Anlatmakla olmuyor. Binanın heybeti harem odalarının çokluğundan belli oluyor. İshak Paşa Sarayı'na Doğu Beyazıt'tan gidiliyor ve

yol üstünde Ağrı'yı görmek inanılmaz mutluluk. İnsan, Ağrı'nın heybetinde eziliyor. Koca ovada tek başına yükselmesi Ağrı'yı muhteşem gösteriyor.
Ama her yerde yazdığım gibi... Gitmek lazım. Anlatmakla olmuyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder