Bumerang - Yazarkafe

6 Aralık 2011 Salı

Kovada Milli Parkı - Yazılı Kanyon


Eğirdir'den Antalya'ya giden ara bir yol var. Eğirdir'de kime sorsanız gösterir belki ama ben yine de tarif edeyim. Eğirdir'in merkezinden Yalvaç'a doğru giden yol üzerinde sağ ta
rafında Kemik Hastalıkları Hastanesi'ni geçtikten sonra sağa dönerek giriyorsunuz.

Bu yoldan girdikten sonra önünüzde Kovada Milli Parkı, Yazılı Kanyon gibi muhteşem doğal güzellikler göreceksiniz. Yolun durumu kötü, ama bir o kadar da gidilmeye değer bir yol. Üstelik mola için Yazılı Kanyon'da yenilecek balık hem ucuz, hem de insanı Rakı'ya teşvik eder niteliklere sahip.

Ben ilk defa Milli Park gördüm sanırım. Tam emin değilim. Ama doğaya ilgili olanlar, özellikle flora ve fauna ile ilgilenenler için çok güzel gezi yolları var. Bütün gölün etrafını yürümedik ama gitsek gidiyordu galiba. Yanınıza bol meyve alın. Milli Park'ın içinde mangal yakıldığını sanmıyorum ama biz bolca meyve tüketmiştik.


Gölün görüntüsü, fotoğrafçılıkla ilgilenenler için de çok güzel kareler sunuyor. Tabi biz, her ne kadar kendimizi çekip durduysak da, bu manzara bir meraklının elinde sanat eserine dönüşebilirdi.

Göl yolu ve yolculuğu çok yoruyor. Ama arkasından Yazılı Kanyon insanı coşturuyor desem yalan olmaz.












Yazılı Kanyon

Kovada Milli Park'ından sonra karşınıza gelecek diğer bir doğa harikası ise Yazılı Kanyon. Antalya'ya ve Isparta'ya bu kadar yakın olmasına çok şaşırdım. Niye gidip görmedim oraları şimdiye kadar diye. Ama sonunda gelmiş olmaktan çok büyük mutluluk duydum. Tam bir su parkı ortamı var. İnsanlar kanyonun derinliklerine kadar gidip orada doğal oluşmuş su kayaklarından kayıp eğleniyor. Bazısı da kanyonun ilk girişinde bulunan mangal ortamlarında takılıyor. Bizim üstümüz, başımız, yorgunluğumuz ve açlığımız nedeniyle, ne mangalcı olabildik ne de yüzerek eğlenenlerden. Bizim gibi tembeller ve hazırlıksızlar için de restaurant var. Balık yapıyorlar. Hem de çok ucuz alabalık. Mükemmel salata, üzerine harika demlenmiş çay. Belki de çok aç olduğumuzdan bunlar ama nihayetinde kimsenin tabağında birşey kalmadı.

Bu satırları yazdıktan hemen sonra bilgisayarımda o güzel, hatta muhteşem sofranın fotoğraflarını aradım. Ama açlığımızdan kimsenin gözü görmemiş ve de aklına gelmemiş. 9 kişi yumulmuşuz. O yüzden fotoğrafları yok.

Güzel yemeğimizden sonra kanyonu sol tarafımıza alarak yürüyüşe çıktık. Yandaki fotoğrafta karnı doymuş, gülen ve yürüyüşe çıkmış halimi bulabilirsiniz. Ayrıca fotoğrafta sol tarafıma doğru olan yerde akan suyu görebilirsiniz. Suyun akışının tersine doğru yapılan bu yolculuk zevkli ve çok uzun değil. Ama yemekten sonra biraz ağır gelebiliyor.

Sanırım 2-3 km'lik bir yürüyüşten sonra, suyun göllendiği bir noktaya vardık. Buraya varmak hepimizde bir rehavet yarattı. Hemen

suya girdik. Sağ tarafta gördüğünüz fotoğrafta,
ekibimizin en geç üyesini bu rahatlama hallerindeyken görebilirsiniz.

Yazılı Kanyon'dan sonra Antalya'ya giden yol, zorlu ve taşlı. O nedenle biraz vakitlice yola çıkmanızda karanlık olmadan anayola varmanızda fayda var. Bir günlük turla Yazılı Kanyon, Eğirdir Gölü, Kovada Milli Parkı ve Karacaören Baraj Gölü yapmak zor olabilir. Bu nedenle planlarınızı ikiye bölerek yapmanızda fayda var.



16 Ağustos 2011 Salı

Kıbrıs



Çoğu kişinin d
eyimi ile ada... Ada'ya çıktık. Herkesin en sık tercih ettiği, adaya ulaşmak için en çok kullandığı yöntemle Kıbrıs'a geldik. Uçtuk. Ercan Havaalanına indik. Antalya'dan kalkan sabah 6.45 uçağıyla adaya yaklaşık saat 8 gibi indik ve pasaport kontrolden sonra en sonunda havaalanı kapısından çıktık. Pasaport kontrolü diyorum ama bilmeyenler merak etmesinler çünkü Kıbrıs'a gelmek için sadece T.C. kimliği yeterli oluyor. Başk
a herhangi bir evrak, bilgi veya belge istenmiyor. Sadece Türkiye'den çıkış yaparken yanınıza verdikleri ve TC kimlik numaranızı yazdığınız küç
ük beyaz kağıdı kaybetmeyin. Çünkü bu kağıt bir nevi pasaportunuz yerine geçiyor. Ercan Havaalanına indikten sonra Magosa ile Lefkoşa aralarında bir yerlerde olmuş oluyorsunuz. Başkent Lefkoşa daha yakın, yaklaşık 20 km. Bu nedenle biz de gezimizi hem oradan başlatalım hem de çabucak birşeyler yiyelim diye gittik.
Lefkoşa'da ilk gittiğimiz yer Büyük Han
, nam-ı diğer Alanyalılar Hanı. Bu han Ada'nın alınmasından 1 yıl sonra, 1572 yılında Muzaffer Paşa tarafından yaptırılmış. Muzaffer Paşa'nın muhtemelen ilk Vali olarak görev yaptığı yer olabilir çünkü göreve geldik
ten sonra 1 yıl içinde böyle bir yer yaptırması buna delalet. Bu han aynı zamanda Bursa'da bulunan Koza Han ile çok benzer özelliklere sahipmiş. Bunu da Han'ın duvarında bulunan bilgilendirme panosundan yazıyorum. 1878 yılında Ada'nın İngilizler'e kiralanmasından sonra bu Han cezaevi olarak kullanılmış. 1901'den 1925'e kadar tekrar Han olarak kullanılmış. 1962 yılına kadar da fa
kir ailelere kiraya verilmiş. Toplam 68 odası bulunan Han, Mali yetersizlik nedeniyle uzun süre restorasyon görmemiş. En sonunda 2001 yılında restorasyonu tamamlanmış.

Diyeceksiniz ki, lafı çok uzattın bu sefer. Ben çok sevdim Hanı..

Han'dan çıktıktan sonra yine Lefkoşa'da ilginç bir noktaya gittik. Burası tam sınırın olduğu Gençlik Parkı. Gençlik Park'ından bakınca hemen Rum evleri başlıyor. Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz ev 60-70 metre uzağımızda k
ullanılmakta olan bir Güney Kıbrıs Rum'larına ait evdi. Bu şekilde bir sınır az bulunur. Bu gördüğünüz tel örgüden fotoğrafı çektiğimiz yerler Kuzey Kıbrıs, telin öbür tarafı, Güney Kıbrıs.


Lefkoşa Merkez'de tüm kamu binaları, eski tarihi yapılar ve Lokmacı Kapısı mevcut. Lefkoşa, iki tarafın da başkenti. Savaştan sonra ortasından suni bir şekilde ikiye ayrılmış çok ilginç bir kent. Herşeyiyle farklı. Üstelik yerleşik Kıbrıs'lılar iki tarafa da rahatça geçebiliyorlar. Kıbrıs'ta doğmuş olanların Rum tarafı için olan kimliklerden de alma şansları var. Öyle ilginç ki ada'da yaşayanların bazıları Türk tarafında oturup Rum tarafına çalışmaya geçebiliyorlar. Ya da tam tersi de mevcut.


St. Hillarion Kalesi


İşte, yüzde yüz alınamaz diyebileceğim bir kale daha. Üstelik çok yükseğe yapmışlar ve çık çık bitmiyor. Çıkılan yer aslında denizden sadece 700 metre yükseklikte ama Kıbrıs'ın müthiş sıcağı altında çıkmak insanı yoruyor. Yormak lafı burada biraz hafif kaldı, yormuyor. Tam olarak insanın üzerinden bir tır yavaş yavaş geçiyor gibi. Bu daha gerçeğe yakın. O nedenle, imkan ve zaman varsa, sabah serinliğinde çıkmanızı öneririm. Çünkü kapı en son akşamüstü 5'te ziyaretçi alımına kapanıyor ve akşam 6 dediğinde herkes çıkmış ve St. Hillarion kapanmış oluyor.

St. Hillarion'ın diğer adı, DIEU D'AMOUR olarak biliniyor. Bu da Didymos (ikiz tepe) lafının yanlış söylene söylene öyle kalmasından ileri geliyormuş. Bu arada Walt Disney'deki çizgi filmler bile bu kaleden esinlenilerek yapılıyormuş. İşte yandaki fotoğraf kale duvarlarından.


Sağ taraftaki fotoğraf da St. Hillarion'dan çekilmiş bir görüntü. Neden kale'nin fotoğrafı yok hiç????

Çünkü kale bir harabe, ancak içinde gezerseniz anlamı var. Fotoğraflarına bakarak anlaşılabilecek bir durumu yok. Bu arada kaleye çıkarken mutlaka yanınıza su alın. Arabanızla belli bir yüksekliğe kadar çıkabiliyorsunuz. O durduğunuz noktadan daha ileriye ancak yaya çıkılabiliyor. O noktada tüm ihtiyaçlarınızı giderin. Yukarı kadar durabileceğiniz veya su alabileceğiniz bir nokta bulunmuyor. Bir yer var aslında ama sahibi çok kaba olduğu için hiç önermiyorum. Kendini kalenin sahibi sanıyor ve daha kapıdan içeri girerken başlıyor söylenmeye, birşey içmeyecekseniz girmeyin diyor. Ve kendisine tahsis edilen tüm bölüme bunları yazmış ne yazık ki... Güzel Kıbrıs'lı insanları temsil etmeyen bir şahsın orada olması da çok üzücü. Misafirperver Kıbrıs'lılar da bu şahsın orada bulunmasına ve ülkelerine gelen misafirlere kötü davranmalarına üzülüyorlardır diye düşünüyorum.





14 Mayıs 2011 Cumartesi

Mardin





Gündüz mezarlık, gece gerdanlık. Mardin... En önemli ve halen yaşatılmaya çalışan özelliği mimarisi. Taş yapılar tüm şehrin simgesi. Yeni olması gereken banka binaları, kamu kurumları da yine aynı taş kullanılarak yapılıyor ki, şehrin görüntüsü değişmesin. Dünya tarafından tanınan Tarihi kentlerden biri Mardin ve Midyat.

Bir diğer oraya özgü bir olay da telkari. Yani kuyumcular. Telkarinin ne olduğunu ben tam anlayamadım, ama gördüğüm kadarıyla, ince tellerden yapılmış, tamamen el işçiliği (sanırım gümüş) süslemeler.. Kolyeler, takılar.... Müthiş emek istediğini düşünüyorum, çünkü tamamen elde yapılıyormuş. Daha çok yörede yaşayan Süryani ustalar tarafından yapılıyormuş. Fakat bizim şanssızlığımız, Paskalya Bayramında gitmiş olmamız. Paskalya Bayramı olduğu için, dükkanların çoğu kapalıydı. Bize tuhaf gelen ise, halkın birbirini kardeşçe kabullenmiş olması. Nerede millet dediğimiz zaman, "Ağabey, onların bayramı şimdi, bulamazsın kimseyi" demesi bana ve Esin'e garip geldi. Normalde insanların, birbirlerini din ve mezhep yönünden aşağılamalarını görmeye alışığız.

Mardin'in gecesi ise, muhteşem.

27 Nisan 2011 Çarşamba

Batman




Bu yandaki Süleyman. Nam-ı Diğer modacı Süleyman. Eğer oralara giderseniz, Süleyman sizi bulmadan siz onu bulun. Size biraz oraların tarihini anlatsın.




Bu arada bizi oralarda gezdiren Zeynel'e teşekkürler. Süleyman ile bizi o tanıştırdı. Kendisi deneyimli ve içten bir rehber. İnşallah ileride çok daha iyi bir rehber olup, bizleri yurtdışında da tanıtacak. Bizi de çok güldürdü, Sağolasın Zeynel.





Batman deyince akla gelen iki şey.... Rafineri ve Hasankeyf. Ama bu gezinin en ilgi çeken yeri Hasankeyf. İnsanların neden onca yolu tepip geldiğini Hasankeyf'i görünce anlıyorsunuz. Buradan okuyarak hiç birşey anlaşılmaz. Yol boyu giderken, Dicle'nin bize eşlik etmesi, yeşillikler, gelincikler, yol boyu gördüğümüz mağaralar anlatılarak gözünüzde canlandırılamaz.





Bir daha gitmek isteyeceğim bir yer Hasankeyf. Çok ilginç bir ilçe. Tam köy gibi ve tek geçim kaynağı turizm. İnsanların geçimini sağlayabilecekleri çok fazla imkan yok. Biraz tarım var. O da satarak para biriktirecek kadar değil, akşam evde çorba yapacak kadar, ekmek pişirecek kadar.

Ne diyeyim kardeşim, gidin görün işte. Ama şu bir gerçek ki Hasankeyf harbiden yok olmasın. Bir tane Hes yapılacak diye öyle bir yerin sular altında kalması olacak şey değil. İnsan üzülüyor. Resmen saçmalıyoruz. İçimiz burkuldu oraları görünce. Millet tarihini ortaya çıkaracağım diye ne çok uğraşıyor, bizse onu su altında koyacağız. Hayret...




Diyarbakır



Bu gezinin beni en çok şaşırtan yeri Diyarbakır'dı. Süper ortam, çok farklı kültür. Sürekli olaylar ve molotof kokteyllerle gündeme gelen şehrin, iyi yanı da çok aslında.

Kültür farklılığı çok bariz belli oluyor. Özellikle balkonları çok ilginç Diyarbakır'ın. Evlerin balkonları hep birbirinden
ayrı renklerde. Çok ilginç bir görüntü ve baştan aşağıya böyle Diyarbakır. Farklı dinler, farklı kültürler, farklı zevkler şehrin görüntüsüne bile yansımış.


Kafama puşi bağlattım, her turistin yaptığı gibi. Bağlayan adam, "çok süper oldu buradan direk eyleme gidersin artık" dedi. Bu Puşiyi bağladığımız yer, Diyarbakır'ın göbeğinde Hasan Paşa Han. Çok güzel bir han. Turistik bir çok şey olmasının yanında, Diyarbakır'ı anlamak açısından yeterli bir yer.





Örneğin aşağıdaki fotoğrafta, birçok muhalif insanı görmek mümkün. Hepsinin ortak özelliği, zamanında yönetimle aralarının açık olması.
Diyarbakır'da aşağıdaki fotoğrafı çekmek çok keyifliydi bu yüzden. :)

Soldan başlarsak;
Şivan Perwer
Deniz Gezmiş
Che Guevara
Pir Sultan Abdal
Ahmedi Hani
Yılmaz Güney
Hacı Bektaş-ı Veli
Pir Sultan Abdal
Ahmet Kaya (tabiki)
Said-i Nursi


Diyarbakır'da gidilebilecek bir diğer güzel mekan, Sülüklü Han. Burada kahve ve şarap içmenizi tavsiye ederim.

Bir diğer ilginç olay ise, Bankaların kepenklerinin olması ve mesai dışında sürekli kapalı tutuyorlar. Molotof ve saldırılara karşı. Tüm banka şubeleri bu şekilde.








Van'a gidince, neden herkesin Van kahvaltısı dediğini anlamıştık. Van'da kahvaltı edilebilecek çok yer var. Biri de Sütçü Kenan. Ama en iyi hangi kahvaltı ordamı diye sorarsanız, bence en iyi kahvaltı Diyarbakır'da. 3 kişilik kahvaltı söyledik. 5 kişi bitiremedik. Diyarbakır'da kesinlikle Hasan Paşa Han içinde Mustafa'nın yerinde kahvaltı etmenizi öneririm. Yumurtanızı da kavurmalı isteyin. İnanılmaz lezzetli. Sadece bu kahvaltı için bile Diyarbakır'a gitseniz pişman olmayacağınızı garanti ederim.

Tam 20 çeşit kahvaltılık geliyor. Fiyatı da uygun.

Urfa


Urfa'yı çok merak ettim. Neresi gezilir, neresinde ne var diye ama o kadar da beklentileri yükseltmemek gerekiyor. Fakat Urfa ilginç bir yer. Özellikle İbo'ya sevgilerini bile görmek için gidilmesi gerekir. Ufak dükkanlardan oluşan büyük bir çarşısı var. Bakır işçiliği burada da gırla.






Urfa'nın gündüz şüphesiz gezilecek görülecek, yegane yeri Balıklı Göl. Ama Balıklı Göl'ü bu kadar popüler kılan sadece Urfa'da başka gezilecek yer olmaması değil. Aynı zamanda tarihi...

Nemrut adındaki kötü imparator, Hz. İbrahim'i yakmak istiyor. Ateş ve odun ayarlıyor. Hz. İbrahim o sırada dua ediyor ve Ateş suya, odunlar da balığa dönüşüyor. Kısacık anlatınca hikaye böyle daha uzun hikayesi var aslında ama burdan bu kadar olur gerisni gidin orda dinleyin. Balıklı göl mimari açıdan da çok görkemli.













Urfa'nın esas görülmesi gereken olayı Sıra Geceleri. Sıra Gecesi denilen olay, tüm ciddi restaurantlarda yapılıyor. Daha sağlama almak için, Konukevi (Otantik Pansiyon) gibi yerlere gitmenizi tavsiye ederim. Mutlaka hayatta bir kere sıra gecesinde bulunmak şart. Eğlenceli ve renkli geçiyor. Sofrası da çok kalabalık oluyor. İllaki bir isim istiyorsanız, Gülizar Konukevi süperdi.

Mustana
Ayran Çorbası (Lebeni - Mehir)
Ayran
Mercimek Çorbası
Fındık Lahmacun
İçli Köfte
Salata
Patlıcan Kebap ve Tavuk Kanat
Çay
Çiğ Köfte
Çay
Şıllık Tatlısı
Mıra

En süperi de Şıllık Tatlısı. Denenmesi gerekir. Mıra da çok kötü değil. Millet acı diyor, gereksiz diyor ama o kadar kötü bir tadı yok. Şekersiz kahve içenler için ideal.